Genelde masallarda dinlediğimiz, filmlerde seyredip aşık olduğumuz, okuduğumuz kitaplarda onlarla beraber acı çektiğimiz ve hep ‘’mitolojik’’ diye düşündüğümüz, bizim hayal gücümüzün şiddeti ile daha da sarsıcı hikayeler yarattığımız doğaüstü varlıkların, aslında ne oldukları hep merak konusudur. Acaba gerçekten hiç var olmuşlar mıydı? Olmayan bir şeyden hikayeler uydurulduğuna hiç inanmadım. Tıpkı Tolkien’in kitapları gibi… Tıpkı biz aslında bu evrende yalnız olduğumuzu kabul etmezsek, bunu bekleyen dünya dışı varlıklar hemen buraya savaş açacakmış gibi.. Biz belki pembe masallarla büyüdük ama hiçbir zaman o masalların bir parçası olamadık. Aşagğıdaki mitolojik ve doğaüstü yaratıklar daha cazip, daha güçlü, daha vahşi olduğu için biz onların parçası olmak istedik. Hiç anlamadık aslında doğaüstü diye düşündüğümüz her varlığın bizim içimizdeki bir parçayı temsil etmediğini. Keşke pembe masalların içinde kalsaydık. Keşke kan emiciler, tek gözlü canavarlar, ölüm perileri, haberciler, insan yiyiciler gerçekten olmasaydı.
Cylops (Kiklop)
Yunan mitolojisinden günümüze kadar gelen, Poseidon ile doğa ruhlarının oğulları sayılan, alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devler bunlar. Tanrılardan korkmayan bu yaratıklar, zalim ve insan etiyle beslenirler. Odysseus adamları ile beraber Troya Savaşından dönerken, dev kiklop Polyphemos’a esir düşmüş ve elinden kaçmak için onu kör etmek zorunda kalmıştır. Oğlunun kör edilmesine öfkelenen Poseidon ise Odysseus’u binbir felaketle cezalandırmıştır. Bunun gibi bir çok rivayet bu tek gözlü devlerin eski tanrılarla akraba olduklarını ve gerçekten tehlikeli olduklarını söyler. Bizim masallarımızda da bunlardan etkilenilmiş ve her seferinde prensesi kaçıran tek gözlü dev, prens tarafından avlanmıştır. Bizim masallarımızda ki yanılgı ise gerçek Kiklopların demirci oldukları ve prenseslerle ilgilenmedikleridir.
Banshee (Ölüm Perisi)
İskoçya Kelt dilinde Ban Sith yani Perilerin Sahibesi anlamına gelen bu mitolojik canlının bir hüzünlü sesini veya çığlığını duymak aileden birinin öleceğinin habercisi demekti. Ölüm Perilerinin sadece saf İrlanda kanı taşıyan aileleri uyardığı düşünülürdü. Bazı Kuzey İskoç ailelerinde hala ölüm perisi veya ev hayaletine inanlar vardır. Son olarak 1948 yılında Banshee görüldüğüne dair iddialar vardır. Değişik hayvan formlarına bürünebilen bu periler büyücülükle de ilişkilendirilebilir. Ayrıca Banshee’lerin genelde gri veya beyaz kıyafetleri, soluk saçları olduğu düşünülüyordu. Gümüş bir tarak ile saçlarını fırçalayan periler, deniz kızları ile benzerlik göstermekteydi. Bu yüzden eğer İrlandalılar yerde tarak görürse asla dokunmazlar. Bu tarağın onları cezbetmek, baştan çıkarmak ve ruhu saf insanları kendilerine çekmek isteyen Banshee’lerin bir tuzağı olduğu düşünülmektedir.
Yeti (Kocaayak)
Kimilerinin Himalayalar’da yaşadığıklarına inanılan, primat benzeri dev yaratıklardır. Çoğu bilimadamı yaptığı araştırmadan sonra gerçekten Yeti diye bir canlı olmasının düşük bir ihtimal olduğunu söylese de, henüz kesinlikle böyle bir şey yoktur diyen çıkmadı. İsmi Tibetçe’de yeh-teh yani küçük, insan benzeri hayvandır. Kocayak ismi bu kocaman yaratıkların yerde bıraktıkları izlerden dolayı takılmıştır. Yüzlerce tanığın ifadesine göre boylarının 1.80 ila 2.50 oldukları düşünülmektedir. Bu ayak izlerinde, ayak altı geniş yağ dokusu ve kemiklerinin maymunlarla benzerlik taşıdığı görülmüştür. Fakat bazı izlerde bulunan sakat veya kırılmış gibi gözüken ayak izlerinin, ortopedik incelemelerinde çoğu doktorun bu izleri yapamayacağı detaylar bulunduğu ve insanlar tarafından sahte izler bırakılmadığı ortaya çıkmıştır. 1951 yılında Himalaya tırmanışı sırasında kullanılan Menlung Üssü yakınlarında bulunan ayak izlerinin fotoğrafları Yeti’nin varlığının en büyük kanıtlarından sayılmaktadır. 1967 yılında ise, Kuzey Kaliforniya’da, Bluff Creek bölgesinde bir avcı, ormanda 15 mm’lik kamerasıyla 9 metre uzunluğunda titrek bir film çekmiştir. Bu videoda yapılan araştırmalarda yürüyen bu canlının 2.40 boyunda olduğudur. Araştırmacılar kafatasını incelediğinde ise bu şekilde bir kafa kostümünün giyilemez olduğunu ispatlamıştır. Filmin sahte olduğu ispatlanamamıştır. Kocaayak efsanesi ister turistik amaçla çıkarılmış olsun, ister insanların hayal görmesi sanılsın hala bir çok araştırmacı Kocayağın peşinde..
Mothman (Güve Adam)
Güve Adam efsanesi ise biraz daha gerçekçi olaylara dayanıyor. 15 Kasım 1966 – 15 Aralık 1967 yılları arasında Amerika’nın West Virginia eyaletinde Point Pleasant denen bölgede görüldüğü söylenmektedir. Point Pleasant Register gazetesi ilk defa 16 Kasım 1966’da bir haber yayınlamış ve Güve Adam’ı şöyle tanımlamıştır ‘‘İnsan boyutunda bir kuş..yaratık..bir şey..’’
Point Pleasant halkı polise verdiği ifadelerde Güve Adam’ı kırmızı gözlü, büyük kuş/güve olarak tanımlamıştır. Görgü şahitlerinden birinin açıklaması ise ‘’Gri renkli, büyük katlanan kanatlı, 1.80 ila 2.00 metre civarında boyu olan, iki kuvvetli insan bacağı olan yaratık, yaklaşan arabaya alev gibi yanan gözlerle bakıyordu. Gözleri vücudunun üst kısmına yerleşmiş gibiydi çünkü kafası yoktu. Ya da en azından görülebilir değildi. 15 Kasım 1966 yılında gerçekleşen bir olayda ise Roger Scarberry, karısı ve iki arkadaşına doğru bu ürkütücü insan benzeri yaratık yürümekteydi. Hızla ordan uzaklaşan Roger ve diğerleri Mason ilçesine vardıklarında olayı polise bildirdiler. Polis hiçbir iz bulamadı. Sonraki 13 ay boyunca 100’den fazla görgü tanığı Point Pleasant yakınlarında bu yaratığı gördüğünü söyledi. 1967 yılında Silver Bridge köprüsü çöktükten sonra bir daha Point Pleasant’da gözükmedi.
Mummies (Mumyalar)
Eski Mısır’dan Scooby Doo’ya kadar gelmiş olan mumyalar genelde bandajlara sarılı halde mezarlarından çıkar ve bizi kovalamaya başlarlar. Beyinleri olmadığı için kafaları çalışmayan yaratıklar genelde söylene söylene ağır ağır yürüyerek insanları yakalarlar. Ama aslında mumyalama geleneği ve mumyalar çok eskilere dayanmaktadır. Mısırlıların ölülerinin ruhlarının öteki dünyada dirilip, yeniden bedenlerine döneceklerine inandıkları için bedenlerin sağlam kalması amacıyla ölülerini mumyaya çeviriyordu. Hiçbir görgü tanığı yoktur ki, mumyalanmış cesetlerden birinin ayağa kalkıp yürüdüğünü ya da canlandığını görmüş olsun.
Warewolfs (Kurtadamlar)
Avrupa’da 1520-1630 yılları arasında kayıtlara geçmiş olan 30.000 kurt adam vakası vardır. Kuduz bir köpek tarafından ısırılan birinin kurtadama döndüğü inanışı vardı. Dolunay altında uyuyan bir kişide aynı tehlike altındaydı. Paracelsus’a göre kurtadamlar, öteki dünyada huzura kavuşmamış olan ruhlardı. Dolunaylı gecelerde kurda dönüşen, diğer zamanlar da ise kıllı postlarını, insan biçimindeki derilerinin altında saklayan bu yaratıklar insanları gırtlaklarından ısırarak öldürürlerdi. Kurtadamlar normal silahla ölmez, öldürmek için gümüş kurşun ve ya gümüş kılıç gerekirdi. Ölen ya da yaralanan kurtadam hemen insana dönüşürdü. 12.yüzyılda İngiltere’de bir kadın, kurt adam olan kocasının giysilerini saklayarak eve dönmesini engellediğini söyler. Kocasının kaybolmasından kısa süre sonra da başkası ile evlenir. Olay kralın ilgisini çeker ve konu mahkemeye intikal eder. Mahkeme sonucunda kadın ve yeni kocası, kurt adam olduğu iddia edilen eski kocayı öldürdüklerini itiraf ederler.
1573′de Fransa Dijon’da, Gilles Garnier adında bir kişi kurt adam olduğu için köye zarar vermek ve çocukları parçalamakla suçlanır.
Gilles Garnier, işkencelere dayanamayarak suçunu itiraf eder ve kazığa geçirilerek yakılır. 1589′da görgü tanıklığı yapan kimseler, Peter Stubbe’nin bir kurda dönüştüğünü gördüklerini söylerler. Mahkeme kurulu Peter Stubbe’yi işkenceyle idam etmek için başka kanıt aramaz. Peter Stubbe, tüm Avrupa’da Cologne Kurt Adamı olarak tanınır. 16.yüzyılın sonlarında Fransa’da Bordeaux kentinin yakınlarında birkaç genç kızı vahşi bir yaratık öldürür. Margaret Poiret adında bir çocuk da bu yaratığın saldırısına uğrar ama kaçmaz ve bir şiş ile yaralayarak ele geçirilmesini sağlar. Küçük Margaret saldırganın kurt gibi baktığını ileri sürer. Zeka özürlü genç Jean Grenier sanık olarak mahkemeye çıkarılır. Tanıklar, onun özel bir merhemle kurda dönüşebildiğini övünerek anlattığından söz ederler. Jean Grenier, genç kızları öldürerek yediğini itiraf eder. Mahkeme sonunda zeka özürlü ve 13 yaşındaki Jean Grenier’in halüsinasyon gördüğü ve tedavi edilmesi gerektiği kararına varılır.
Bu mahkeme, kurt adamlığa bakış açısını değiştirir. Artık bu tür olaylar, gerçek kurt adamlık ve akıl hastalığı biçiminde ikiye ayrılır. 1598′de Fransa’nın Caude bölgesinde köylüler, bir gencin cesedini parçalayan 3 kurt görürler. Anlattıklarına göre, kurtlar kendilerini görünce ormana kaçarlar. Köylüler kurtları izler. Çalıların içinde uzun saçlı, sivri tırnaklı, tırnaklarının arasında kanlı et parçaları bulunan Jacques Rollet’i bulurlar. Jacques Rollet, mahkemede kurt adam olduğunu, öteki iki kurdun da kendisi gibi kurt adam olan arkadaşları olduğunu itiraf eder ve idama mahkum olur. Ancak, Paris mahkemesi kararı bozar ve sanığı akıl hastahanesine gönderir. Jacques Rollet, bir daha kurt adama dönüşemez ve iki arkadaşı da bulunamaz.
1949′da İtalya’da polisler, kurt adam olduğunu sanan ve dolunaylı gecelerde uluyan bir adamı izlemekle görevlendirilirler. 1975′de İngiltere’de Staffordshire’da yaşayan 17 yaşındaki bir genç dolunayda kurt adama dönüştüğünü öne sürer. Birgün arkadaşına telefon edip yüzünün ve ellerinin renk değiştirdiğini, giderek tam bir kurt adama dönüştüğünü söyler. Genç, kısa süre sonra yüreğine bıçak saplayıp kendini öldürür.
Kurt adamlar hakkındaki boş inançlar akıl hastası olan ya da olmayan kimselerce gerçekleştirilen vahşi ve hunharca olayların efsaneleştirilmesi sonucu ya da masum insanların Engizisyon tarafından suçlanması sonucu ortaya çıkmış ve dallanıp budaklanmıştır.
Günümüzde kurt adamlığın tıptaki adı lycantrophy’dir. Bu sözcüğün iki anlamı vardır. Bir anlamı kişinin kendisini kurda dönüştürebilme gücü, bir anlamı da kişinin kendisini kurt sanarak yaptığı çılgınlıklardır. Bilim, kayıtlı kurt adam olaylarının çılgınlık krizleri sonucu yaşanan sinirsel olaylar olduğuna inanmaktadır. Zaten, kurt adam olduğu öne sürülen ya da kendisinin kurt adam olduğunu iddia eden kimseler, yakalandıktan sonra asla kurt adama dönüşememişlerdir.
Ayrıca, dolunaydan etkilenip de periyodik olarak her dolunay zamanında cinayet işleyen kimselere rastlanmamıştır. Gerçekten cinayetler işleyip de kurt adam olduğunu söyleyen kişiler ya davranış bozukluğu içinde olan kimselerdir ya da kendilerini davranış bozukluğu içinde gibi gösterip mahkemeyi yanıltmaya çalışan kimselerdir. Bir ek bilgi olarak söylemek gerekirse, dolunay insanları etkileyebilmektedir. Ama bu etkileme, cinayet ve hunharlıklara neden olmamakta, yalnızca ruhsal etkiler yapmaktadır.
Zombie (Zombi)
Doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtası ile yaşayanlar arasında korku salmak amacıyla, ölü bedenlerin tekrar canlandırılmasıdır. Voodoo inancına göre ölü, bir insan ya da mambo tarafından yeniden diriltilebilir. Zombilerin kendi bilinç ve istekleri olmadığı için de dirilten kişilerin kontrolü altındadır. 1937 yılında Haiti’de gelenekleri üzerine araştırmalar yapan Zora Neale Hurston, 1907 yılında, 29 yaşında iken ölmüş ve gömülmüş olan Felicia Felix-Mentor ile ilgili bir söylenti duymuştur. Köylüler ölümünden 30 yıl sonra Felicia’yı yollarda sersem bir şekilde ve yanında birkaç kişi ile beraber yürürken gördüklerini söylemişlerdir. Hurston, bahsedilen kişilere cok güçlü ilaçlar verildiğini düşünerek bu söylentinin peşine takıldı fakat yerli halk daha fazla bilgi vermedi.
Wade Davis 1982 yılında Haiti’ye gitmiş ve orada yaptığı araştırmalar sonucunda, yaşayan bir insanın iki özel tür tozu almasıyla bir zombiye dönüştürülebileceğini iddia etmişti. Birincisi coup de poudre (toz çarpması) içerisinde bulunan tetrodotoxin (TTX) maddesi nedeniyle ölü benzeri duruma neden olur. Tetrodotoxin Japonların yemek zevkini oluşturan, fugu ya da kirpi balığı içinde bulunan zehirli toksin ile aynı özelliklere sahiptir. Öldürücü etkisi olan bu maddenin 1 mg’lık dozu insanı günlerce bilini açık olmasına rağmen, yarı ölü bir durumda bırakabilir. İkinci toz ise (şaşkınlık veren halüsinasyon etkisi vardır) insanı bilinçsiz ve kendi istemi dışında hareket eden zombi benzeri bir duruma sokar.
Şu an ki duruma bakarak toplumumuzda insanı insan yapan şeylerin değiştiğine dair birçok endişe var. Hızla meydana gelen teknolojik değişikliklerin, insanları gerçek anlamda zombiye dönüştürdüğünü söylemek sanırım yanlış olmazdı. İnsanların cep telefonlarına saatlerce bilinçsizce bakıp, yanından geçeni dahi fark etmediği bir dünyada bence zombiler pek de mitolojik yaratıklardan sayılmıyor.
Vampire (Vampir)
Korku edebiyatının hatta genel olarak kurgu edebiyatının çok önemli bir parçası olmuş bu ‘yaratıkların’ gerçek olabileceği düşüncesi tarihte büyük yer edinmiştir. Çoğu araştırmacı İngilizce ‘vampire’ kelimesinin Macarca vampir ya da cadı anlamına gelen eski Türkçe upior, upper, upyr kelimelerinden geldiğini düşünür. Diğer araştırmacılarsa kelime kökeninin Yunanca ‘içmek’ anlamına gelen bir kelimeden ya da ‘hastalıklı’ anlamına gelen nosophoros kelimesinden türediğini söyler. Sırpça bamiiup ya da Sırp-Hırvat pirati kelimelerinden türemiş olma olasılığı da vardır. Pek çok kültürde vampir kelimesine karşılık gelen bir terimin olması, vampirlerin insan bilincinde yer etmiş olduğunu gösteriyor. Bir grup vampire küme, sürü, topluluk, kütle ya da klan denilebilir. Büyük olasılıkla tüm zamanların en meşhur vampiri Kont Dracula, Tesniye (Tevrat) alıntısı yapmıştır: “Kan hayattır.” Bir vampirin insana gelmesini önlemek için önerilen yollardan biri kapının dışına tohum ya da pencere önüne balık ağı atmaktır. Vampirler kendilerini tohumları ya da ağdaki delikleri saymaya zorunlu hissedeceklerdir ve bu da güneş doğana kadar onları oyalar. Dolmen adı verilen tarih öncesi taş yapıtlar, kuzeybatı Avrupa’da ölülerin mezarları üzerinde bulunuyor. Antropologlar, vampirlerin uyanmasını önlemek için bu anıtların yapıldığını zannediyor. Porphyria (aynı zamanda vampir ya da Dracula hastalığı da denilir) adı verilen nadir bir hastalık, güneş ışığına aşırı hassasiyet ve bazen kıl yoğunluğu gibi vampirlere özel semptomlar göstermektedir. Ekstrem bazı durumlarda dişler kırmızımsı kahverengi renk alır ve sonunda hasta aklî melekelerini bile yitirebilir. Vampir olmakla suçlanan insanların aslında cinsel anlamda kana susama anlamına da gelebilecek olan haematodipsia ve gündüz körlüğü olarak bilinen hemeralopia hastalığından muzdarip olabileceği söyleniyor. Anemi (kansızlık) de sıklıkla vampir saldırısı geçirmiş bir insanda olan bir hastalık olarak görülür. En ünlü ‘gerçek vampirlerden’ biri de gençlik güzelliğini koruyabilmek adına genç kızlara işkence ederek etlerini ısıran ve kanlarında banyo yapan Kontes Elizabeth Bathory’dir (1560 – 1614). Vampir efsanelerinin kökeni Eflaklı Voyvoda ya da Kazıklı Voyvoda (1431 – 1476) olarak da bilinen tarihi kimliğe dayanıyor olabilir. Voyvoda’nın şapkalarını insanların kafasına çivileme, canlı canlı derilerini yüzme ve kazıklara geçirme gibi huyları vardı. Aynı zamanda düşmanlarının kanının içine ekmek banıp yemesini de severdi. İsmi Voyvoda, ejderin oğlu ya da Dracula anlamına gelmektedir. Bu yüzden de kendisi tarihin Dracula’sı olarak tanınır. Kazıklı Voyvoda 1476 senesinde cinayete kurban gitmiş olsa da mezarının boş olduğu söylentileri vardır.
Vampirlere dair en eski bulgular, M.Ö. 4,000’lere dayanan eski Sümer ve Babil mitlerinde görülür. Bu mitlerde ekimmu ya da edimmudan (kaçırılan anlamında) bahsedilir. Ekimmu, düzgün bir biçimde gömülmemiş ve intikamını alabilmek için kızgın bir ruh olarak yaşayanların kanını emmeye gelmiş bir çeşit uruku ya da utukkudur (iblis güç).
Mısır yazıtı Pert em Hru’ya (Mısır Ölüler Kitabı) göre kha (ruhun beş parçasından biri) belirli kurbanları almaz, kha olarak mezarından kalkarak kendi besinini arar. Bunun sonucunda yaşayanların kanını da içebilir. Ayrıca Mısır tanrıçası Sekhmet’in de kan içtiği bilinmektedir. Hint tanrıçası dişli Kali’nin içinde de kuvvetli bir kan arzusu vardı.
Çinli vampirlere ch’iang shih (ceset dansçısı) adı verilirdi ve bunların kırmızı gözleri, çarpık pençeleri olurdu. Kadınlara saldırmalarına sebep olan güçlü bir cinsel dürtüleri olduğunu söylenir. Büyüdükçe ch’iang shih uçma kabiliyeti kazanır, beyaz saçları çıkar ve kurta dönüşebilir.
Vampirler ve zombiler yaşayan ölü statüsüne girse de ait oldukları mitolojiye bağlı olarak aralarında bazı farklılıklar olabilir. Örneğin zombilerin vampirlere göre daha düşük IQ’ya sahip olduğu, sade kandan çok beyin ve eti tercih ettikleri, sarımsağa bağışıklıkları olduğu, aynada çoğunlukla yansımaları olduğu, çürüyen kaslarına bağlı olarak yavaş hareket ettikleri, kiliselere girebildikleri ve ateş ya da güneş ışığından kesin olarak korkmadıkları düşünceleri çoğunlukla Afrika mitolojisinden kaynaklanmaktadır.
Vampir isterisi ve şüphe duyulan vampirleri ‘öldürmek’ için ortaya çıkan ceset tahripleri, on sekizinci yüzyıl ortalarında Avrupa’da öyle sapkınca bir hâl almıştı ki bazı hükümdarlar cesetlerin mezarlarından çıkarılmasını önlemek için yasalar çıkardılar. Bazı bölgelerde toplu isteri, vampir olduğuna inanılan insanların halk içinde idamına bile sebep oldu.
2009’da ağzına taş sıkıştırılmış on altıncı yüzyıldan bir kadın kafatası, salgın kurbanlarının kalıntıları yakınında bulundu. Bu dönemde vampir olduğundan şüphe duyulan birinin ağzına, diğer salgın kurbanlarının cesetlerini yememesi ya da yaşayanlara saldırmaması için taş konulması sıra dışı bir durum değildi. Aynı zamanda hıyarcıklı veba’nın Avrupa’da yayılmasının sebebi olarak da dişi vampirler gösteriliyordu.
Eşiklerin tarihî anlamda önemli bir sembolik değeri vardır ve bir vampir davet edilmediği sürece eşiklerden geçemez. Eşiklerle vampirler arasındaki ilgi, suç ortaklığı ve izinle alakalı bir olgu gibi görünmektedir. Kötülere bir defa izin verildiği takdirde kötülük tekrar tekrar o eşikten içeri girebilir.
Hristiyanlık öncesi vampirleri geri püskürtme yöntemleri arasında sarımsak, akdiken dalları, üvez ağacı (daha sonraları haç yapmak için kullanıldı), tohum dökme, ateş, mezar kazıcının küreğiyle baş kesme, tuz (korunma ve saflıkla bağlantılandırılırdı), demir, çan, horoz ötmesi, nane şekeri, akan su ve vampir olduğundan şüphelenilen birini dört yol ağzına gömme de vardı. Cesetlerin yüzü toprağın iç kısmına gelecek şekilde gömme gibi bir durum da vardı. Bu sayede vampirlerin çıkmak için yanlış yöne doğru kazı yapacakları ve toprağın içinde kaybolacaklarına inanılıyordu.
Hristiyanlığın yayılmasının ardından bu yöntemler arasına kutsal su, haç, aşai rabbani ayini ekmeği de katıldı. Bu metodlar çoğunlukla vampir için ölümcül olmuyordu ve etkinlikleri kullanan kişinin inancına göre değişiyordu.
Geleneksel bir vampir püskürtücü olan sarımsak, 2,000 seneden fazla bir süredir bir korunma yöntemi olarak kullanılmaktadır. Antik Mısırlılar sarımsağın tanrının bir hediyesi olduğuna, Roma askerleri kendilerine cesaret verdiğine, denizciler geminin batmasını engellediğine ve Alman madenciler onlar yeraltındayken kötü ruhlardan uzak tuttuğuna inanırlardı. Pek çok kültürde gelinler korunmak içn gelinliklerinin altında sarımsak taşırlardı ve sarımsak dişleri insanları çeşitli hastalıklardan korumak için kullanılıyordu. Günümüz bilim adamları da sarımsaktaki yağın, alisinin, oldukça etkili bir antibiyotik olduğunu söylüyor.
Bazı tarihçiler Prens Charles’ın doğrudan Dracula’nın oğlu olan Kazıklı Voyvoda’nın soyundan geldiğini söylemektedir.