Hemen hemen bütün kadınların hayatlarında ilk adet gördükleri gün yaşadıkları bir ritüel vardır. Kimileri annem bana tokat attı der, kimileri gül ağacının dibinde dua ettiler der.. Peki bu uygulamalar sadece Türkiye’de mi var? Bu dini bir inanç mı, totem mi yoksa nedeni bilinmeden yapılan, yıllardır süregelen bir gelenek mi? Söz konusu adet gören kadın olunca bu ritüeller ilk gün ile sınırlı kalmıyor ve devam eden yıllarda da menstrüasyon dönemlerinde kadınlara hem dini hem de sosyal yaşamlarında bazı “ayrı(m)calıklar” yaşatıyor. Şimdi adet gören kadına yönelik gündelik pratiklerdeki uygulamalara hep birlikte göz atalım.
1. Ülkemizde genç kızların ilk adet dönemi yaşı 11-14 olarak kabul edilir. Ancak bu yaş aralığını beslenme, çevresel ve genetik faktörler etkilemektedir.
Bu dönem halk arasında hayız, menarş, aybaşı hali, adet kanaması, çiçeklenme ve menstrüasyon gibi tabirlerle ifade edilir.
2. Türkiye’de adet görme kadının yeni bir yaşama başlaması olarak kabul edilir. Bu durum, yaşamına artık çocuk olarak değil, bir kadın olgunluğuna erişmesi beklenilerek devam edeceğinin göstergesidir.
Adet Halindeki Kadının Türk Kültüründeki Yeri
Türklerin kitleler halinde Müslüman olmalarının özellikle 10. Yüzyılda hız kazandığı görülmektedir. Böylelikle Türk Kültürü’nde İslamiyet’in yeri büyük önem taşımaktadır. Diğer bazı dinlerde olduğu gibi İslam’da da kadınların adet halleriyle ilgili bir kısım düzenlemelerin varlığı dikkat çekmektedir. Bu düzenlemelerin ayrıntıları hadislerde de yer almaktadır. Bakınız: Bakara 222
İslam dininde adet halindeki kadınların aşağılanması, toplum tarafından tecrit edilmesi gibi söylemlere yer verilmemiştir. Bunların aksine böyle günlerde kadınların fiziksel anlamda güçten düşmesi de göz önünde bulundurularak, onlara büyük yükler yüklenilmemesi ve yorulmamaları gerektiği söylenmiştir. Yani kadınların adet halindeki günlerinde sosyal hayatın dışında tutulmaları konusunda hiçbir yasağa yer verilmemiştir. İslamiyet, -batıl inançların aksine- adet dönemindeki kadını, dokunulmaması ve sosyal hayatın dışına itilmesi gereken “zararlı” bir varlık olarak görmemiş; adet döneminde vajinal yolla kurulacak cinsel ilişkiyi ise yasaklamıştır.
Farklı Kültürlerde Adet Gören Kadına Gündelik Pratiklerdeki Uygulamalar
Adet halindeki kadınlarla ilgili, geçmişten bugüne bir takım dinlerde ve kültürlerde çeşitli batıl inançlar uygulanmıştır.
- Bela Schick 1920 yılında “menotoksin” kavramını ortaya atmıştır. Adet halinde olan, eline çiçek verilen ve çiçek verilmeyen kadınlar üzerinde deneyler yapan Bela Schick, kadınların kanama sırasında vücuttan toksin attığını ve bu toksinlerin çiçeklerin kurumasına yol açtığını söylemiştir. Bu söylem, 20.yüzyılda İtalya, İspanya, Almanya ve Hollanda ve hatta Avrupa’nın hemen her ülkesinde yaygın olan bir inanç halini almıştır.
- 1934 yılında yayınlanan bir kitapçıkta Fransa’da bir şeker fabrikasında adet halinde olan kadınların fabrikaya sokulmamasının sebebi; o kadınların yapacağı şekerlerin “kara” olacağına inanılmasıydı.
- 1981 yılında Tampax’ın Amerika’da yaptığı bir araştırma, regl’e ilişkin tabuların önemli bir kısmının hala sürdüğünü ortaya koymaktadır. Hatta Polenazya kökenli “tabu” kelimesinin aybaşı anlamına gelen ‘tapua’ sözcüğünden türetildiğine dair bir iddia da mevcuttur.
- Aristo da farklı düşünmemektedir. Aristo’ya göre, adet gören kadının baktığı aynanın sırları dökülmekte ve aynı aynaya bakanlar büyülenme riski taşımaktadır. Hatta Aristo’ya göre reglin ay ve güneş tutulmasına denk düşmesi durumunda insanları daha büyük kötülükler beklemektedir.
- Her kültür meseleye aynı şekilde yaklaşmamaktadır. Örneğin Apaçiler;
Apaçiler, ilk ádet kanamasının olağanüstü bir güç olduğunu, hatta hastaları iyileştirdiğini düşünmekteydiler.
Türkiye’de Adet Gören Kadına Uygulanan Pratikler
İslam dini adet halindeki kadını sosyal hayattan uzaklaştırmayı reddederken, bazı bölgelerde halen daha İslamiyet öncesi tabular uygulanmaktadır.
- Günümüzde adet dönemindeki kadının yeni doğmuş bebeği görmesi neredeyse yasaklanmaktadır. Aksi durumda, bebeğin hastalanacağından, yüzünde çıbanlar çıkacağından korkulur.
- Türkiye’nin bazı bölgelerinde adet halindeki kadının turşu kavanozunun içine elinin değmesi durumunda da turşunun bozulacağı inancı görülmektedir.
- 1980-1982 yıllarında Türkiye üzerine yapılan önemli antropolojik çalışmalardan biri olan Tohum ve Toprak’ta Carol Delaney, o yıllarda Orta Anadolu köylerinde yapılan bir araştırmaya göre, adet dönemindeki kadınların ekmek pişirmesine bile izin verilmediğini iddia etmektedir.
Elde edilen veriler sonucunda toplumun ve sosyal çevrenin adet görmeyi nasıl yorumladığı toplumun kadını nasıl gördüğü ile ilişkilendirilebilir. Kadınların adet görme ile olan sıkıntıları çözüldüğü zaman hayatlarının tüm alanlarında ruh sağlıkları daha iyi olabilecek midir sorusu araştırmacılar için halen daha tartışma konusudur. Bu sayede hurafeler tarihe karışırken bilimsel gerçekler bireyleri özgürleştirmektedir. Modern toplumlarda genç kızları bunu rahatlıkla anlayıp atlatabilir, ama kırsalda kızlarımızı bu tabulardan uzaklaştırmak için cinsellik eğitiminin hızla yaygınlaşması gerekmektedir.
Bu kadarı bana yetmedi… Dünya’nın neresinde neler uygulanıyormuş diye merak edenler buraya. Adet dönemi ile ilgili yapılan etnolojik çalışmalar ilginizi çekebilir.
- Bazı Brezilya kabilelerindeki inanışa göre kızların adet dönemiyle ilgili inançları çiğnemeleri, boyunlarında ve boğazlarında yaralar açılmasına yol açar.
- Oricanalı Guayquiry’ler adet dönemindeki bir kadının bastığı her şeyin öleceğine inanırlar.
- Amerika’daki birçok Kızılderili kabilesinde kadınlar adet halindeyken kamptan ayrılır ve dallardan yapılmış kulübelerde yaşarlar. Özellikle erkeklerin kullandığı eşyalara dokunamazlar.
- Kongo’da adet gören bir kadının bir erkek için yemek pişirmesine müsaade edilmez. İngiliz Guanası’nın Catipleri ise adet halindeki kadının yaptığı yemeği yiyen erkeğin bir daha iyileşemeyeceğine inanılır.
- Hindistan’da Kharwarlar adet halindeki kadını mutfaktan tamamen uzak tutarlar.
- Alaska’nın Holosh Kızılderilileri ergen olan kızları bir yıl boyunca ateşten uzak, hareket etmeden ve diğerleriyle ilişkisi olmaksızın küçük bir hava deliği dışında tamamen kapalı bir kulübeye kapatırlar.
- M.S. 2. Yüzyılda yaşamış Efesli Rufus’a göre erkekler dikkatli olmalıydılar çünkü kadınlar “çiçeklenme döneminde hayvanları zehirlemekte ve aynaları karartmaktaydılar. Bazı durumlarda bu dönemlerinde kadınlarla cinsel birliktelik yaşayan erkekler cüzzama yakalanmaktaydı.
- İngiliz Colombiası’ndaki Carrier Kızılderililerinde ergenliğe giren genç kızın üç-dört yıllık inziva süresi vardır. “canlı canlı gömme” denilen bu süreçte genç kız yabanıl doğada ağaç dallarından yapılmış bir kulübede tek başına yaşar. Bu dönemde kızın tek bir bakışıyla büyük kötülükler yaratabileceğine inanılır. Tek bir adımları yolları ve nehirleri kirletebilir. Kızlar yüzünü ve bedenini örten, yerlere kadar uzun, tabakalanmış deriden bol giysiler giyer. Kendilerini içlerindeki kötü ruhtan koruyabilmek için kollarında ve bacaklarında bantlar taşırlar.
(Aktüel Dergisi, 2004, s.28)