Kedisi olmayan, kediyle yaşamayan pek bilmez bu canlıların nasıl rahatsız, nasıl egoist, nasıl kibirli olduklarını. Bakışlarından anlarsınız aslında senden daha büyük daha yücedir kendince. Sen onu sevmek zorundasındır. O ise sadece yanında durmakla bile sana iyilik yaptığını düşünmektedir. Kimse anlamaz nasıl bu kadar bencil olanı sevdiğini. Yemeğini sen verirsin, tuvaletini sen temizlersin, tüylerini artık kolun uyuşana kadar sen tararsın o sadece kafasını sana çevirir ve gözlerini kısarak sana bakar sanki bütün bunlar aslında senin temel görevinmiş gibi. İnsanın doğasına tam bir zıtlık yaşatır kedi sahibi olmak… Ya da kedinin senin sahibin olmasına izin vermek. 🙂 İnsan her zaman hizmet beklemeyi, saygı duyulmayı, sevilmeyi bekler. Kendi bencilliğimizdir bir köpeği alıp getir götür işleri yaptırmak. Egomuzdur karşımızdaki canlının bir tek komutla hareket etmesini sağlamak.
Ama kediler… Git öteye diyemezsin, kendi yatağında misafir olursun, kıyı köşedeki yerinde uyumaya çalışırsın. Eğer sofraya senden önce oturduysa beklersin ki bir zahmet keyfi gelsin de sen de karnını doyur. Oldu da yanlışlıkla koltukta o varken sen oturmaya kalktın, sana attığı bakışı görmemek için çoğu zaman ‘’Allah’ım kör et beni’’ demişsindir.
Devamlı bir çabadır kedilerle olmak. Hep sen uğraşırsın, o hep senden daha fazlasını bekler. Evde yalnız kalır eve döndüğünüzde ne kadar kırılacak eşya varsa (hala kırılacak bir şeyler kaldıysa) hepsi sol ön pati hareketiyle çoktan yere indirilmiş, bibloların kopan kafaları çoktan top olmuş, koltuk altlarına atılmıştır. Eğer gerçekten yalnız kaldığı için kızgınsa en sevdiğiniz biblonun şirin kafası kedinizin ağzında size getirilir ve oyun oynamanız gerektiği açık bir şekilde anlatılır.
Kedilerle ilgili anlatılacak ve hala yaşanılacak o kadar çok şey var ki Montaigne’ nin bir sözü ile bitirmek istiyorum..
Kedimizle oynarken, o mu bizi eğlendiriyor, yoksa biz mi onu eğlendiriyoruz kim bilebilir?