Kış ayları yaklaşırken, dışarıda yağan yağmurun huzurlu sesi ile birlikte sinema’nın büyülü dünyasına girmek özlemle beklediğimiz zamanların habercisidir. Drama ve romantik filmler ise bu zamanlarda oldukça fazla etki eder seyircisine. Biz de bu dönemi Tüm Zamanların En Hüzünlü 10 Filmi listesi ile taçlandırmak istedik ve listenin sonuna sizler için bir bonus film daha ekledik.
Aşağıdaki filmleri seyrederken yanınızda göz yaşlarınızı silmek için mendil bulundurmayı, yanında ağlamaktan utanacağız sevdikleriniz ile birlikte seyretmemeye özen göstermeyi ihmal etmeyin!
1. Requiem for a Dream (2000)
Film, uyuşturucu bağımlısı 4 karakteri anlatmaktadır. Hubert Selby’nin romanından uyarlanan trajik hikaye, ‘Black Swan’, ‘The Wrestler’, ‘Pi’ ve The Fountain gibi kült filmlere imza atmış Darren Aronofsky tarafından yönetilmiş; özellikle de Clint Mansell tarafından yapılan müzikleriyle hafızalara kazınmıştır.
2. Sophie’s Choice (1982)
İkinci dünya savaşı sırasında, Nazi toplama kampında acılı günler yaşayan Sophie’nin (Merly Streep) dramı… İki çocuk annesi olan Sophie, çocuklarının hayatını kurtarmak için zor bir tercih yapmak zorunda bırakılır. Bu zor seçimden sonra, kamptan kurtulmayı başaran Sophie için, zor günler bitmemiştir. Sonuçta çocuklarından birini kurtarabilirken diğerinin ölümüne engel olamayan kadını bunalımlı günler beklemektedir. William Styrun’un çok satan romanından uyarlanan filmde Merly Streep en iyi kadın oyuncu dalında oscar ve altın küre dahil yedi ödül kazanmıştır…
3. Boys Don’t Cry (1999)
Teena Brandon, kendisini bir erkek olarak hisseden yalnız bir kızdır. Bir gün saçını kestirir ve erkek olduğunu ispatlamak için bir bara gider. Daha sonra şehirden ayrılarak Falls City kasabasına yerleşir ve herkese kendini bir erkek olarak tanıtır. İsmini Brandon Teena olarak değiştirir ve fazla geçmeden kendine Lana adlı bir kız arkadaş bulur.
4. Philadelphia (1993)
Eşcinsel ve işinde başarılı bir avukatın (Tom Hanks) birgün AIDS virüsü taşıdığı fark edilip, çok geçmeden çalıştığı hukuk bürosundaki işine de sudan bir sebepten dolayı son verilir. Şirketin patronu ile arasının çok iyi olmasından dolayı buna çok şaşıran avukat, şirketi ve patronu aleyhine mahkemeye dava açmaya karar verir. Böylece AIDS kurbanı olan bir insanın toplum içindeki yerini sorgulayan bir dava da başlamış olur. Ve ona bu hukuk mücadelesinde arkadaşı (Denzel Washington) yardımcı olur.
5. The Green Mile (1999)
Mucizeler hiç beklemediğiniz yerlerde gerçekleşebilir, hatta Cold Mountain cezaevinin bir hücresinde bile. John Coffey, doğaüstü güçlere sahip bir mahkumdur. Tom Hanks ise bu hapishanede görevli bir gardiyandır.
Yeşil Yol, hastalık, ölüm, iyilik ve kötülük üzerine etkileyici bir öyküyle King’in güçlü kalemini ve Tom Hanks’ın oyunculuğunu birleştiren, duygu yüklü bir film. Yönetmen Darabont, romana sadık kalarak öykünün büyülü duygusallığını beyaz perdeye taşıyor. Bu film, dört dalda Oscar ödüllerine aday gösterilmişti.
6. Hotel Rwanda (2004)
Başrolünü Don Cheadle’ın oynadığı, üç dalda Oscar’a aday gösterilen Hotel Rwanda izlemesi zor, unutması daha da zor bir film.
Afrika’nın kalbinde küçücük bir ülke Ruanda. Uganda, Burundi, Kongo ve Tanzanya ile çevrili. Nüfusu 10 milyon. Tarihi acılarla bezeli. Çok değil, bundan 15 yıl önce, dünyanın bir kısmı yeni binyılın eşiğinde farazi kıyamet senaryolarıyla eğleşirken, Ruanda nüfusunun % 10’unu, tam bir milyon insanını 100 gün gibi kısa bir sürede soykırım vahşetine kurban verdi. Belçikalı sömürgecilerin marifetiyle Hutular ve Tutsiler diye iki uydurma etnik gruba bölünen ülke, üstelik Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün burnunun dibinde ve tüm dünya medyasının gözünün önünde yüzyılın en büyük cinnetini geçirdi ve kimsenin kılı bir kıpırdamadı. İşte Hotel Rwanda bu vahşetin, bu duyarsızlığın, bu lanetli tarihin öyküsünü anlatıyor. Ülkenin en lüks otelinde müdür yardımcısı olarak çalışan ve soykırım başladığında sadece kendi ailesini değil, tanıdığı, tanımadığı, 1200’den fazla yurttaşını korumak için tüm servetini ve bağlantılarını seferber eden Paul Rusesabagina bugün ülkesinde gerçek bir kahraman olarak anılıyor. En azından bazıları tarafından. Terry George’un filminin merkezine yerleştirdiği Rusesabagina’nın hikayesi kimi açılardan Spielberg imzalı Schindler’s List’i anımsatıyor.
7. Life Is Beautiful (1997)
1930’ların İtalya’sında Guido adındaki tasasız, kaygısız bir Yahudi kitapçı yakın bir şehirdeki güzel kadına kur yapıp onunla evlenerek bir peri masalı başlatır.
Guido ve karısının bir oğulları olur ve İtalya’yı Alman güçleri istila edene kadar birlikte mutluluk içinde yaşarlar. Ailesini bir arada tutabilmek ve oğlunun Yahudi toplama kamplarının dehşetinden elinden geldiğince uzak tutmak çabası ile Guida bu yıkımı bir oyun gibi gösterir. Bu oyunun kazanma ödülü ise bir tanktır…
Birbirine sevgiyle kenetlenmiş bir ailenin mutlaka izlenmesi gereken öyküsü… Bu filmi izledikten sonra hayata bakış açınız değişecek… Bir annenin ve özellikle de babanın akılalmaz mücadelesi!
8. City of Angels (1998)
Filmde Nicolas Cage, Los Angeles üzerinde gezinen ve kalp cerrahı Dr. Maggie Rice’la karşılaşan melek Seth’i canlandırıyor.
Dr. Rice, bir hastanın nedensiz bir şekilde ameliyat masasında kaybetmiş, kendine güveni altüst olmuştur. Seth, her ne kadar ölen hastaya yardım için orada olsa da, kendine güvenini tekrar kazanmasına yardım etmek istediği Maggie’den etkilenir. Maggie’in güvenini kazanmasını sağlarken ona aşık olur ve hep izleyip hiç yaşamadığı dünyevi hayata kavuşmanın yollarını aramaya başlar.
9. Roots (1977)
https://www.youtube.com/watch?v=EE0mOzkJWnM
Dizimiz Afrika’da başlıyor. Yağız bir delikanlı olan Kunta Kinte’nin hikayesi anlatılıyor. Davul yapmak için uygun kütük arayan Kunta Kinte, köle peşinde koşan Amerikalı avcılar tarafından yakalanıyor ve Amerika’ya götürülüyor. Burada açık artırmada çiftlik sahibi bir adama satılıyor.
Efendisinin kendisine verdiği yeni isim Toby ile çiftlik yaşamına atılıyor. Kunta ise daima özgür olarak yaşama planları yapıyor. Kaçış denemeleri yapıyor fakat yakalanıyor. Son kaçış denemesinde köle avcıları tarafından ayağını kesilmesiyle kaçış denemelerini artık sonlandırıyor. Çiftliğin aşçısı Bell ile yakınlaşıyorlar ve evleniyorlar. Kizzy adında bir kız çocukları oluyor. Ve Kunta Kinte’nin soyundan gelen birkaç jenerasyonunun başından geçen olaylar acısıyla, tatlısıyla bizlere aktarılıyor…
10. The Champ (1979)
Billy Flynn eski bir boks şampiyonuydu ama bütün dünya onu alkol ve kumara yenik düşmüş biri olarak görüyordu, küçük oğlu TJ hariç. O, babasının sakatlanarak boksu bırakmak zorunda kaldığını sanıyordu ve babası onun için her zaman ŞAMPİYON olarak kalacaktı.
Frances Marion’un yazdığı bu hikaye, 1931’de iki Akademi Ödülü birden kazandı ve yönetmen Franco Zeffirelli tararından güncelleştirilerek, John Voight, Faye Dunaway ve Ricky Schroder gibi yıldızlarla unutamayacağınız bir film oldu.
Bonus: In Love and War (1996)
Muhabir Ernest Hemingway 1. Dünya Savaşı esnasında İtalya’da ambülans şöförlüğü yapmaktadır. Hayatını görev esnasında tehlikeye atarken yaralanır ve gözlerini bir hastanede açar. Hemşiresi Agnes von Kurovsky ile aralarında tutkulu bir aşk başlar.
Tüm Zamanların En Hüzünlü 10 Filmi Hakkında
Film listeleri hazırlamak daima zordur ve büyük bir okuyucu kitlesi kendilerince çok daha önemli olan filmleri listede görmek ister. Bu doğrultuda sizi en çok ağlatan, bu listede var olan filmlerden çok daha hüzünlü olduğunu düşündüğünüz filmleri lütfen aşağıdaki yorum alanı üzerinden bizlerle ve okuyucularımızla paylaşın.
Tüm Zamanların En Hüzünlü 10 Filmi‘nin fragmanlarını YouTube üzerinde hazırladığımız Playlist üzerinden rahatlıkla tek bir ekrandan seyredebilirsiniz.
Son olarak Tüm Zamanların En Hüzünlü 10 Filmi‘nin film açıklamalarında DivXPlanet ve Beyaz Perde sitelerinden faydalandık.